1. Yayınevi bugün "kültür üretiminin yılmaz bekçiliğini"
yaptığını söylediğinde ve kendisini bir tür adanmışlık
halesiyle donattığında bunları harfi harfine kabul etmeliyiz:
Yayınevi, canlı emeğin bilişsel ve dilsel kabiliyetlerinin
sömürüsünün yılmaz bekçisidir ve kendisini bu sömürüye
tamamıyla adamıştır.
2. Bu anlamda yayınevinin işleyiş biçimi, çağdaş canlı emeğin
sömürüsünün ve onu değere dönüştürmenin paradigmatik
örneklerinden birini teşkil eder. Zira yayınevi asıl olarak
insanlığın ortak zenginliği olan fikrî eseri mübadele
edilebilir bir metaya dönüştürür: 1) Ortak olan mülkiyet -fikri
mülkiyet- haline gelir. 2) O eserin yazarı ve çevirmeni kadar
eserin hazırlanmasının diğer emek bileşenleri, yani redaktör,
düzeltmen ve editör emekleri de zorlama bir ölçüye kavuşturulur.
3. Bu ikinci yan, yani doğası itibariyle ölçülemez olan bilişsel
emek bileşiminin ancak ve ancak ya 1) içsel bir disiplin altına
zorla/şiddetle alınarak -yayınevi içi performans
ölçekleri/beklentileri, mobbing, iş saatlerinin tüm yaşam
zamanını ezip geçmesi- ya da 2) dışsal olarak, eserin fiyatında
içerilen bir yüzdelik dilim olarak ölçülebilir. Her iki durumda
da karşı karşıya olduğumuz şey, fabrikada vuku bulabilecek
türden bir zaman (emek-zamana dayalı) ölçme değildir. Zira,
canlı emeğin bilişsel ve dilsel kapasitelerinin birikimi ve
çalışması kendi içsel zamanına haizdir ve bu birikim ile
çalışmayı ölçebilecek hiçbir içsel ölçüt -henüz-
sermayenin elinde yoktur.
4. Dolayısıyla yayınevi denen düzenek düpedüz kredi
mekanizmasına benzer bir şekilde çalışır. Sözleşme gelecek
beklentileri -satış ihtimalleri- üzerinden bir borçlanma ilişkisi
olarak vuku bulur ve bu borçluluk canlı emeği yayınevine ve
çalışmaya borcun şiddeti üzerinden bağımlı kılar. "Avans" -ki
nadiren verilir-, "teslimde belli bir yüzde ödeme", "baskıda
tamamlama" gibi maddeler üretken canlı emeği yayıneviyle
ilişkisinde kredi borcuyla aynı şekilde bağımlı bir özne
hâline getirir.
5. Bu yüzden, kitabın üretimi, temel olarak her noktada
yayınevinin süreci gizemlileştirdiği bir komuta altında
gerçekleşir. Canlı emek, sürecin aşırı parçalılığı
yüzünden basım konusunda her tür söz hakkını ve bilgiye
erişimini kaybeder. Son bandrol sahteciliğinde olduğu gibi,
yayıneviyse her yolla imzaladığı -eğer imzalamışsa-
sözleşmeyi ihlal etmeyi başarır. Böylece bandrol
sahteciliği gibi yollar, gayrı meşru olmak bir yana, yayıncılığın
işleyişinin doğal bir sonucu haline gelir.
6. "Asalak" terimi bu yüzden hakaretamiz bir anlama gelmez
-doğadaki son derece hayranlık uyandırıcı bir canlığı
sürdürme etkinliği sonuçta-, fakat aşikâr olduğu üzere canlı
emek ile birikim, değerlenme arasındaki ilişkiyi betimler.
Yayınevi, hem ortak zenginliği hem de ölçülemez canlı emeği
dışsal bir şekilde sömürmekte, üretim etkinliğinin kendisine
zor kullanmadığı -yani maaşla, kesintiyle, işten çıkarmayla,
ödemeyi yapmamakla vb. tehdit etmediği- sürece komuta
edememektedir.
7. Bunun karşısında ilk direniş çizgisi kuşkusuz ortak olan
etrafında okurun geliştirdiği ve genellikle kitabın üreticileri ile okuru
da karşı karşıya getiren korsanlıktır. Bilhassa matbu
kitapların dijital kopyalarını oluşturup örgütlü bir şekilde
dağıtan "kitap grupları", ortak zenginliğin temellükü
karşısında ilk bakışta olumsuz bir mücadele yürütürler.
Olumsuzluk, bu alandaki canlı emeğin koşulları gereği satış
rakamlarına bağımlı olması ve satışın yerini dijital korsan
kopyanın paylaşımının almasının sonuçlarını kendi yaşam koşullarından
doğrudan hissedebilmesindedir. Fakat bu olumsuz görüntüye rağmen,
yine de ortak zenginlik ile mülkiyet arasındaki aslî çatışmanın
işareti olan bu mücadele örüntüsü, yani korsanlık üzerinden okur örgütlenmesi,
mücadele olarak olumlanmalıdır.
8. İkinci direniş noktası ise daha olumludur. Bu canlı emek
kitlesi, çeşitli internet siteleri aracılığıyla kendi
kapasitelerini doğrudan ortak zenginlik üretimine halihazırda adamaktadır. Makale, altyazı çevirileri gibi üreticinin de
kendi ilgisiyle belirleyebildiği bu etkinlik düzeyinde canlı
emeğin üretim etkinliğini nasıl da özerk bir biçimde
örgütleyebildiğinin işaretlerini buluruz. Her ne kadar bu noktada
çeşitli sosyal medyalar -facebook, twitter, google, wordpress,
youtube, vimeo vb.- da burada yaratılan ortak zenginliği değere
dönüştürüyor olsa da özerklik yine de birincildir. Ya da
yayınevi denilen düzenekte daha zor görünür olan canlı emeğin
özörgütlenme kapasitesi ve bu özörgütlenmenin canlılığı
burada apaçık, tüm çıplaklığıyla görünür.
9. O halde önümüzde duran mesele, okurların korsanlık
örgütlenmelerinin gerçekleştirdiği ortak zenginliğin
mülkiyetten çıkarılması ile üretken canlı emeğin edimsel
özerkliğini irtibatlandıracak özerk bir üretim biçiminin icat
edilmesidir.
10. Bu aşamada ilk düşünsel bariyer muhtemelen okur ile kitap
arasındaki ilişkiye atfedilen pasifliğidir. Yayınevi açısından okur
fikir düzeyinde bir tüketici, okuma istatistikleri aracılığıyla
da ücreti ödenmeyen bir emek biçimidir. Zira bu istatistiklerin
geri beslemesi, yani okurun yalnızca şu veya bu kitabı alması ve okuma
alışkanlıklarının verileştirilmesiyle okur doğrudan işe
koşulan bir veri üreticisine dönüşür. Bu geri besleme
nihayetinde -az bir oranda bile olsa- yayın politikalarını
belirlemekle kalmaz, yayınevi ile çevirmen/yazar arasındaki
sözleşmenin kalbini teşkil eder. Bu istatistiklerden yola çıkarak,
çevirmen/yazarın alacağı ücret tayin edilir.
11. Bu yüzden, yayınevi asalağının dolayımını ortadan
kaldıracak bir üretim modelinin öncelikle okuru fiili olarak bu
modelin mühim bir canlı emek bileşeni olarak kabul etmesi
gerekir. Okur, artık sürecin sonunda bir tüketici ya da geri
besleyen veriyi üreten ve duyulur olandan dışlanmış bir veri
üreticisi olarak kabul edilemez.
12.
O halde belki düşünme egzersizi yapmak adına şu noktalara işaret
edebiliriz:
-
Bir kitabın üretimine dahil olan canlı emek bileşimi: yazar/çevirmen, redaktör, düzeltmen, editör ve okurdan oluşur. Matbu basımda kuşkusuz dizgiciler ve matbaa çalışanları da bileşimin parçasıdır.
-
Matbu yayın ekolojik açıdan geleceksizdir. Dahası ekosistemin geleceğine düşmandır. Dolayısıyla dijital yayın kendini her geçen gün daha fazla dayatmaktadır.
-
Yayınevi denilen düzenek bu yüzden hem canlı emeğin sömürüsünde yoğun ve şiddetli bir komutanın fail olmakla kalmaz, aynı zamanda da ekosistemin düşmanıdır.
-
Bu ilk üç nokta bizi şuraya götürür: sermayenin komutasından özerkleşme açısından -ve kapitalizm altında bunu daima daha ziyade bir derece meselesi olduğunu unutmadan- okur, yazar/çevirmen, redaktör, düzeltmen, editör ve tasarımcılardan oluşan bir kooperatif dijital yayıncılık kendini dayatıyor. Kooperatifi hukuki bir biçimden çok, iş görmenin halihazırda mevcut bir tarzı olarak düşünmeliyiz.
-
Bir kitabı hazırlamak için gerekli maliyetler -çeviri eserde yurtdışı telifi gibi- ile canlı emeğin faillerinin "insani" koşullarda yaşaması için gerekli koşulları yaratacak ücretler, topluluğun -bu topluluk dar bir grup olmak zorunda değil, ilkece herkesi kapsayabilir- içinde önerilecek kitaplarda teker teker hesaplanarak kitlesel fonlamayla baştan ödenmelidir. Kitlesel fonlama gibi yöntemlerle üretim sürecinin failleri asgari geçim standartlarına ve kendi belirlediği koşullarda kavuşabilirler. Bunun sahadaki deneyimi kuşkusuz üzerine konuşmaktan çok daha zorlu olacaktır ama bu hayal gücüne engel olmamalıdır.
-
Ortaya çıkacak ürün okurla ücretsiz buluşmalı, ürünün mülkiyet edinilebilmesi kadar ürün aracılığıyla canlı emeğe ölçüt dayatılmasının olanağı da mümkün olduğunca ortadan kaldırılmalıdır. -Mümkün olduğunca, çünkü bir yere kadar, örneğin sayfa sayısı gibi unsurlar, mecburen hâlâ canlı emeğe ödenecek ücreti tayin etmek durumundadır. Zira, iki ayda çevrilen 300 sayfalık kitap ile 4 ayda çevrilen 600 sayfalık kitabın çevirmenine aynı ücret ödenemez. Fakat burada da mesele canlı emeğin failinin bir eseri üretmek için harcadığı bilişsel kapasiteleri geri kazanması ve diğer ihtiyaçları için özerk bir zeminin oluşturulmasıdır.
13.
Yukarıda kabaca özetlenen noktalar, kültürel ürünün üretim
sürecinin kolektif ve ortak temelini ortaya koymak ve onu sermayenin
komutasından mümkün mertebe özerkleştirmenin yollarını
düşünmeyi denemek için başlangıç noktalarıdır. Yayınevi denilen asalak düzeneğin ödenmemiş emek -"gönüllülük"
denilerek dayatılan işler kadar sahtekârlıkla da- başta olmak
üzere bulduğu her yolla canlı emeği sömürmesine dur demek ve kapitalist mantık ile işleyişi aşmak, altüst etmek bizim
elimizde.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder