30 Mart 2019 Cumartesi

Yayınevi Asalağı ve Canlı Emek Üzerine Tezler

1. Yayınevi bugün "kültür üretiminin yılmaz bekçiliğini" yaptığını söylediğinde ve kendisini bir tür adanmışlık halesiyle donattığında bunları harfi harfine kabul etmeliyiz: Yayınevi, canlı emeğin bilişsel ve dilsel kabiliyetlerinin sömürüsünün yılmaz bekçisidir ve kendisini bu sömürüye tamamıyla adamıştır.
2. Bu anlamda yayınevinin işleyiş biçimi, çağdaş canlı emeğin sömürüsünün ve onu değere dönüştürmenin paradigmatik örneklerinden birini teşkil eder. Zira yayınevi asıl olarak insanlığın ortak zenginliği olan fikrî eseri mübadele edilebilir bir metaya dönüştürür: 1) Ortak olan mülkiyet -fikri mülkiyet- haline gelir. 2) O eserin yazarı ve çevirmeni kadar eserin hazırlanmasının diğer emek bileşenleri, yani redaktör, düzeltmen ve editör emekleri de zorlama bir ölçüye kavuşturulur.
3. Bu ikinci yan, yani doğası itibariyle ölçülemez olan bilişsel emek bileşiminin ancak ve ancak ya 1) içsel bir disiplin altına zorla/şiddetle alınarak -yayınevi içi performans ölçekleri/beklentileri, mobbing, iş saatlerinin tüm yaşam zamanını ezip geçmesi- ya da 2) dışsal olarak, eserin fiyatında içerilen bir yüzdelik dilim olarak ölçülebilir. Her iki durumda da karşı karşıya olduğumuz şey, fabrikada vuku bulabilecek türden bir zaman (emek-zamana dayalı) ölçme değildir. Zira, canlı emeğin bilişsel ve dilsel kapasitelerinin birikimi ve çalışması kendi içsel zamanına haizdir ve bu birikim ile çalışmayı ölçebilecek hiçbir içsel ölçüt -henüz- sermayenin elinde yoktur.
4. Dolayısıyla yayınevi denen düzenek düpedüz kredi mekanizmasına benzer bir şekilde çalışır. Sözleşme gelecek beklentileri -satış ihtimalleri- üzerinden bir borçlanma ilişkisi olarak vuku bulur ve bu borçluluk canlı emeği yayınevine ve çalışmaya borcun şiddeti üzerinden bağımlı kılar. "Avans" -ki nadiren verilir-, "teslimde belli bir yüzde ödeme", "baskıda tamamlama" gibi maddeler üretken canlı emeği yayıneviyle ilişkisinde kredi borcuyla aynı şekilde bağımlı bir özne hâline getirir.
5. Bu yüzden, kitabın üretimi, temel olarak her noktada yayınevinin süreci gizemlileştirdiği bir komuta altında gerçekleşir. Canlı emek, sürecin aşırı parçalılığı yüzünden basım konusunda her tür söz hakkını ve bilgiye erişimini kaybeder. Son bandrol sahteciliğinde olduğu gibi, yayıneviyse her yolla imzaladığı -eğer imzalamışsa- sözleşmeyi ihlal etmeyi başarır. Böylece bandrol sahteciliği gibi yollar, gayrı meşru olmak bir yana, yayıncılığın işleyişinin doğal bir sonucu haline gelir.
6. "Asalak" terimi bu yüzden hakaretamiz bir anlama gelmez -doğadaki son derece hayranlık uyandırıcı bir canlığı sürdürme etkinliği sonuçta-, fakat aşikâr olduğu üzere canlı emek ile birikim, değerlenme arasındaki ilişkiyi betimler. Yayınevi, hem ortak zenginliği hem de ölçülemez canlı emeği dışsal bir şekilde sömürmekte, üretim etkinliğinin kendisine zor kullanmadığı -yani maaşla, kesintiyle, işten çıkarmayla, ödemeyi yapmamakla vb. tehdit etmediği- sürece komuta edememektedir.
7. Bunun karşısında ilk direniş çizgisi kuşkusuz ortak olan etrafında okurun geliştirdiği ve genellikle kitabın üreticileri ile okuru da karşı karşıya getiren korsanlıktır. Bilhassa matbu kitapların dijital kopyalarını oluşturup örgütlü bir şekilde dağıtan "kitap grupları", ortak zenginliğin temellükü karşısında ilk bakışta olumsuz bir mücadele yürütürler. Olumsuzluk, bu alandaki canlı emeğin koşulları gereği satış rakamlarına bağımlı olması ve satışın yerini dijital korsan kopyanın paylaşımının almasının sonuçlarını kendi yaşam koşullarından doğrudan hissedebilmesindedir. Fakat bu olumsuz görüntüye rağmen, yine de ortak zenginlik ile mülkiyet arasındaki aslî çatışmanın işareti olan bu mücadele örüntüsü, yani korsanlık üzerinden okur örgütlenmesi, mücadele olarak olumlanmalıdır.
8. İkinci direniş noktası ise daha olumludur. Bu canlı emek kitlesi, çeşitli internet siteleri aracılığıyla kendi kapasitelerini doğrudan ortak zenginlik üretimine halihazırda adamaktadır. Makale, altyazı çevirileri gibi üreticinin de kendi ilgisiyle belirleyebildiği bu etkinlik düzeyinde canlı emeğin üretim etkinliğini nasıl da özerk bir biçimde örgütleyebildiğinin işaretlerini buluruz. Her ne kadar bu noktada çeşitli sosyal medyalar -facebook, twitter, google, wordpress, youtube, vimeo vb.- da burada yaratılan ortak zenginliği değere dönüştürüyor olsa da özerklik yine de birincildir. Ya da yayınevi denilen düzenekte daha zor görünür olan canlı emeğin özörgütlenme kapasitesi ve bu özörgütlenmenin canlılığı burada apaçık, tüm çıplaklığıyla görünür.
9. O halde önümüzde duran mesele, okurların korsanlık örgütlenmelerinin gerçekleştirdiği ortak zenginliğin mülkiyetten çıkarılması ile üretken canlı emeğin edimsel özerkliğini irtibatlandıracak özerk bir üretim biçiminin icat edilmesidir.
10. Bu aşamada ilk düşünsel bariyer muhtemelen okur ile kitap arasındaki ilişkiye atfedilen pasifliğidir. Yayınevi açısından okur fikir düzeyinde bir tüketici, okuma istatistikleri aracılığıyla da ücreti ödenmeyen bir emek biçimidir. Zira bu istatistiklerin geri beslemesi, yani okurun yalnızca şu veya bu kitabı alması ve okuma alışkanlıklarının verileştirilmesiyle okur doğrudan işe koşulan bir veri üreticisine dönüşür. Bu geri besleme nihayetinde -az bir oranda bile olsa- yayın politikalarını belirlemekle kalmaz, yayınevi ile çevirmen/yazar arasındaki sözleşmenin kalbini teşkil eder. Bu istatistiklerden yola çıkarak, çevirmen/yazarın alacağı ücret tayin edilir.
11. Bu yüzden, yayınevi asalağının dolayımını ortadan kaldıracak bir üretim modelinin öncelikle okuru fiili olarak bu modelin mühim bir canlı emek bileşeni olarak kabul etmesi gerekir. Okur, artık sürecin sonunda bir tüketici ya da geri besleyen veriyi üreten ve duyulur olandan dışlanmış bir veri üreticisi olarak kabul edilemez.
12. O halde belki düşünme egzersizi yapmak adına şu noktalara işaret edebiliriz:
  1. Bir kitabın üretimine dahil olan canlı emek bileşimi: yazar/çevirmen, redaktör, düzeltmen, editör ve okurdan oluşur. Matbu basımda kuşkusuz dizgiciler ve matbaa çalışanları da bileşimin parçasıdır.
  2. Matbu yayın ekolojik açıdan geleceksizdir. Dahası ekosistemin geleceğine düşmandır. Dolayısıyla dijital yayın kendini her geçen gün daha fazla dayatmaktadır.
  3. Yayınevi denilen düzenek bu yüzden hem canlı emeğin sömürüsünde yoğun ve şiddetli bir komutanın fail olmakla kalmaz, aynı zamanda da ekosistemin düşmanıdır.
  4. Bu ilk üç nokta bizi şuraya götürür: sermayenin komutasından özerkleşme açısından -ve kapitalizm altında bunu daima daha ziyade bir derece meselesi olduğunu unutmadan- okur, yazar/çevirmen, redaktör, düzeltmen, editör ve tasarımcılardan oluşan bir kooperatif dijital yayıncılık kendini dayatıyor. Kooperatifi hukuki bir biçimden çok, iş görmenin halihazırda mevcut bir tarzı olarak düşünmeliyiz.
  5. Bir kitabı hazırlamak için gerekli maliyetler -çeviri eserde yurtdışı telifi gibi- ile canlı emeğin faillerinin "insani" koşullarda yaşaması için gerekli koşulları yaratacak ücretler, topluluğun -bu topluluk dar bir grup olmak zorunda değil, ilkece herkesi kapsayabilir- içinde önerilecek kitaplarda teker teker hesaplanarak kitlesel fonlamayla baştan ödenmelidir. Kitlesel fonlama gibi yöntemlerle üretim sürecinin failleri asgari geçim standartlarına ve kendi belirlediği koşullarda kavuşabilirler. Bunun sahadaki deneyimi kuşkusuz üzerine konuşmaktan çok daha zorlu olacaktır ama bu hayal gücüne engel olmamalıdır.
  6. Ortaya çıkacak ürün okurla ücretsiz buluşmalı, ürünün mülkiyet edinilebilmesi kadar ürün aracılığıyla canlı emeğe ölçüt dayatılmasının olanağı da mümkün olduğunca ortadan kaldırılmalıdır. -Mümkün olduğunca, çünkü bir yere kadar, örneğin sayfa sayısı gibi unsurlar, mecburen hâlâ canlı emeğe ödenecek ücreti tayin etmek durumundadır. Zira, iki ayda çevrilen 300 sayfalık kitap ile 4 ayda çevrilen 600 sayfalık kitabın çevirmenine aynı ücret ödenemez. Fakat burada da mesele canlı emeğin failinin bir eseri üretmek için harcadığı bilişsel kapasiteleri geri kazanması ve diğer ihtiyaçları için özerk bir zeminin oluşturulmasıdır.
13. Yukarıda kabaca özetlenen noktalar, kültürel ürünün üretim sürecinin kolektif ve ortak temelini ortaya koymak ve onu sermayenin komutasından mümkün mertebe özerkleştirmenin yollarını düşünmeyi denemek için başlangıç noktalarıdır. Yayınevi denilen asalak düzeneğin ödenmemiş emek -"gönüllülük" denilerek dayatılan işler kadar sahtekârlıkla da- başta olmak üzere bulduğu her yolla canlı emeği sömürmesine dur demek ve kapitalist mantık ile işleyişi aşmak, altüst etmek bizim elimizde.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder